ERDOĞAN YARAR: “ANAHTAR SÖZCÜK SEVGİ. İNSANIN SEVDİĞİ BİR EŞİ, BİR DE SEVDİĞİ İŞİ OLMALI.”

Korona Söyleşileri

Hüseyin İşlek / Berlin

“Erdoğan Yarar” deyince, herkese yararlı, özellikle müzisyenlere, konser düzenleyenlere çok emeği geçen bir Erdoğan Yarar geliyor aklıma. Yani soyadı gibi YARARlı bir dost. Çerkes kökenli bir ailenin evladı Erdoğan Yarar,  1963 Çorum doğumlu. “Atalarım 1863 yılında Rusya’dan gelip hasbelkader Çorum’a yerleşmişler, ben de orada dünyaya gelmişim” diyerek kendini tanıtmaya başlıyor.

İlkokulu Çorum’da okumuş. 1972’ye kadar orada kalıp daha sonra Ankara’ya gelmiş ailesiyle. Orta ve liseyi Ankara’da okumuş. O yıl Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni kazanmış ve Almanya’da olan ailesinin yanına gelmiş tatil için, başarı ödülü olarak. 1980 yılında darbe olunca annesi Türkiye’ye dönmesine müsaade etmemiş, “Kalış o kalış oldu, Hüseyin abi” diyor ve ekliyor:

BERLİN’DEKİ İLK YILLAR

O yıllarda hayatımda müzik yoktu. 1981-1982 yılında Berlin Teknik Üniversitesi’nde işletme okumaya başlarken, ilk doğum günümde annemin bana doğum gününde ne istediğimi sorması üzerine “org istiyorum” dediğimde, gelecekle ilgili meslek seçimimin bu olduğunun farkında bile değildim. Rahmetli annemle gidip, bana 2 katlı bir org aldık. 1981 yılından sonra evde önce kendi kendime org öğrenmeye ve çalmaya başladım. 80’li yıllar malum Ümit Besen, Ferdi Özbeğen dönemleri. O dönemler daha özel televizyon kanalları, çanaklar yok, 15 günde bir “Türkiye Mektubu” var. İnsanlarda para var, memleket hasreti var ama bu özlemleri dindirecek bir şey yok. Ancak konserler yapılıyor. Türkiye’den turneler geliyor ve sokaklarda bol bol afişler görüyorsun. Ben de herşeyin canlı müzik olduğu o dönemlerde afişlere bakıp “Bir gün ben de acaba çalabilecek miyim” diye hayıflanıyorum.

VE BİR GÜN KAPI ÇALINDI

Bir gün kapı çalındı. O afişlerini gördüğüm orkestralarda çalan bir genç, yanında benim bir arkadaşımla geldiler. Grupları dağılmış, arkadaşım da beni tavsiye etmiş. Ben de o aralar evde çalışıyorum, bir hayli heyecanlandım tabii. Bana bir iki şarkıyı, o günlerin popüler şarkıları, “Şerefine kederlerin”, “Nikah masası” gibi eserleri çaldırdılar. Merakla bekliyorum ne diyecekler diye. Arkadaş “Tamam olur” dedi. Heyecandan ne yaptığımı, ne çaldığımı, nasıl çaldığımı anımsamıyorum. Burada bir anekdot da Engin Süelözgen abiden paylaşayım. Kendisinden dinlemiştim. Aynısı onunda başına gelmiş Türkiye’de. Bir orkestraya gireceği zaman çalmaya başlarken heyecandan penasını düşürmüş yere. Yani oluyor böyle şeyler. Daha sonra evdeki iki katlıyı götüremem diye annemden gizli portatif bir org aldım ve 1983 yılının Mart ayında “Gesundbrunnen”daki bir camiinin altında olan düğün salonda ilk düğüne çıkarak, çalmaya başladım ve o gün bu gündür de hiç inmedim sahnelerden.


BERLİN’DE MÜZİKLİ YILLAR

İlk başladığım grubun abı “Batıkan” idi. Lokomotifin en son vagonu bendim. Bir süre sonra baktım, lokomotif ben olmuşum. Ancak bir süre çalıştıktan sonra baktım arkadaşlarda ilerleme yok. Ben 1985 yılında o gruptan ayrıldım. Bir süre tavernacı Aşkın’la (Büyükuzun) çalıştım. Pratik olarak uyguladığım bilgileri pekiştirmek ve ileriye götürmek için nazari kısmına da eğilip müzik bilgilerimi artırmak için müzisyen ve hoca Serdar Yalçın’dan bir sene ders aldım. Bana “Bildiğin herşeyi unut, sıfırdan başlayacağız” dedi. Ve öyle de yaptık. Serdar hocanın üzerimde çok emeği vardır, bugüne gelmemde katkıları çok büyüktür. Ben de öğrendiklerimi Berlinlilerle, buradaki gruplarla paylaşarak, onlara hizmet ve emek vererek katkı sunmaya çalışıyorum gerek müzisyen, gerek ses teknisyeni (Tonmeister) olarak. Bestelerine, albümlerine de katkı sunuyorum. Yaptıkları müziklerin aranjelerini üstleniyor, bestelerine yeni düzenlemeler getirerek emeklerini değerlendiriyorum.

Son soru olarak Koronavirüs’ün Berlin’deki müziğe ve konserlere etkisini soracaktım sevgili Erdoğan. Nasıl etkiledi seni ve Berlinli müzisyenleri, hatta Berlin’de düzenlenen konserleri? Konserler iptal edildi. Sanatçı arkadaşlarına tavsiye ve önerilerin neler?

Bizim müzik ve eğlence sektörü sadece Korona’dan değil ortaya çıkabilecek en küçük bir negatif olayda etkileniyor ve önce biz yasaklanıyoruz. Bilhassa Türkiye’de, hatta bunu çok daha gerilere doğru dönüp baktığım zaman eğer aile efradından birisi öldüğü zaman, o zamanki tek eğlencemiz olan radyolar bile evde 40 gün çalınmazdı. O günlerden bu yana Korona olması gerekmiyor. İlk etkilenen ve yasaklanan müzikti, müzik salonlarıydı, konserlerdi ve hatta radyolardı. Sektör olarak ilk önce biz müzisyenler devre dışı kalıyorduk. Şimdi bu Korona daha büyük boyutlarda negatif bir etken olduğu için, bu sefer işi tamamen eğlence sektörünü yasaklamaya kadar götürdüler. Daha doğrusu ortama baktığımız zaman, yavaş yavaş turizm sektörü açılıyor. Peki turist Korona ve mikrop kapmayacak mı? Veya spor müsabakaları önemli liglerde oynanmaya başladı. Alt liglerde olmasa bile üst liglerde maçlar oynandı, oynanıyor. Ama konserler, düğünler ve diğer sanatsal etkinlikler yasak! Ve ben bunların, alınan önlemlerin çok da caydırıcı olacağını söylemeyeyim, ama bu Korona’nın bulaşıcı etkisini ortadan kaldıracağına inanmıyorum. Bu virüs bir alışveriş merkezinde de bulaşabilir.

Bir de şu var. 1,5 metre fiziki mesafe olacak ama yürürken bir bakıyorsun karşıdan gelen neredeyse sana sürtünecek kadar yanından geçecek, yanımızda cetvelle mi, metre ile mi gezeceğiz? Yani bu bir şans meselesi, eğlence sektörünü kapattıkları zaman, bu arada sadece benimle alâkalı değil, bu sektörden bütün dünyada kayıtlı kayıtsız, kayıt dışı olanları devlet görmüyor. Türkiye’de “Yeditepe Konserleri” yapılıyor. 100 – 200 kişi, kaç kişiye orada ulaşabilirsin? O aysbergin görünen ucu bile değil. Ki onlara maddi katkı veriliyor, ama Anadolu’nun en ücra köşelerinde düğünlerde çalacak binlerce müzisyenin ekmeğine bile engel olan bir olay bu yasaklama. Eğer başka bir işin yoksa yanmışsın ve ben bu müzik olayına başladıktan sonra bir de şunu gördüm: Bir ağacın bir dalına asılı kalmayacaksın. Korona’dan bağımsız olarak, ben şimdi üç kulvarda yürüdüğüm için, bunun iki tanesi kapandı, iki dal kırıldı ama stüdyo kısmı ile devam ediyorum en azından. Mesleği veya yapacak işini birkaç dala yayman lazım müzikle uğraşıyorsan. Bunun başka yolu yok!

ERDOĞAN YARAR: “ANAHTAR SÖZCÜK SEVGİ. İNSANIN SEVDİĞİ BİR EŞİ, BİR DE SEVDİĞİ İŞİ OLMALI.”

Bir de bizim müzik sektörünün bir güvencesi yok zaten. İş varsa para var, iş yoksa para da yok. Veya iş alınır, Korona’dan bağımsız olarak da iptal edilme durumları da var! “Peki neden böyle bir sektöre gönül verdin” diye sorarsan, her zamanki klâsik cevabı vereceğim: Dünyaya bir daha gelsem yine ayni şekilde yaşardım. Çünkü bu benim bir yaşam biçimim, şeklim. Bu yaşıma kadar edindiğim tecrübelerimle hayat felsefem şöyle oluştu: “Anahtar sözcük sevgi. İnsanın sevdiği bir eşi, bir de sevdiği işi olmalı.”

Çünkü gidiyorsun, işinde 8-10 saat çalışıyorsun, uğraşıyorsun sonra eve geliyorsun. Sevdiğin bir eşin varsa, günün geriye kalan kısmını onunla geçiriyorsun ve ertesi günü yine bunun tekrarı, mütemadiyen böyle dönen bir olay. Ama sevmediğin bir işle veya sevmediğin bir eşle yaşam sürdürmek kolay değil. Onun için ben bütün herkese şunu tavsiye ederim: Parası azmış, çokmuş diyerek meslek seçmesinler. “Ben bu işi, seviyorum” diye seçim yapsınlar. Zira işine veya evine giderken ayakların geri geri gidiyorsa, o birlikteliği yürütmek mümkün değil. Herkese bu Korona günlerinde sağlıklar ve esenlikler diliyorum.

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*