EGEMEN CANTÜRK’TEN İSİMSİZ KAHRAMANLARIN YÜREKLİ ÖYKÜLERİ

Hüseyin İşlek / Berlin

Egemen Cantürk, biz sizi Metropol FM’deki sesinizden tanıyoruz: “Mikrofonda ben Egemen Cantürk.” Şimdi yeni bir projeyle sevenlerinizin karşısına çıkacaksınız. Dünyanın çeşitli ülkelerinin kültürlerini yansıtan tarihi öyküleri paylaşacaksınız sahnede. Öncelikle, nasıl şekillendi bu proje, anlatır mısınız?

Evet, bu beni çok heyecanlandıran bir proje. 25 yıllık gazeteciyim. Gazetecilik serüvenim Deutsche Welle, TRT derken, Metropol FM’de devam ediyor. Benim şansım, hep saygın ve ilkeli kurumlarda çalışmam oldu. Çok güzel insanlardan çok güzel şeyler öğrendim. En büyük tutkum, dünyayı gezmek, değişik coğrafyalarda kaybolup gitmek ve çeşitli kültürleri keşfetmek. Gittiğim pek çok kentte tarihi öyküler biriktirdim: Venedik’te, Dublin’de, Berlin’de, İstanbul’da, Kudüs’te. Bu nakış gibi işlenmiş öyküleri, artık insanlarla buluşturma vaktinin geldiğini düşünüyorum.

Bu tarihi öyküleri insanlarla buluşturma düşüncesinin bir projeye dönüşmesi nasıl oldu?

İnsanoğlu tarih boyu farklı coğrafyaları keşfetmiş, değişik uygarlıkların izini sürmüş ve farklı yaşamlara dokunmuş. Kendilerinden farklı olanlar her zaman ilgisini çekmiş, onlara farklı kimlikler ve özellikler yüklemiş. Bu insanın doğasında olan bir şey. Yeni diyarlarda gezinmek, çeşitli enerjileri yakalamak ve kendini yeniden var etmek. Bu, insanın kendini gerçekleştirmesi için olması gereken bir olgu aslında. Bir var olma sorunu aslında. Sanatın özü bu. Antik çağdaki tiyatro oyunlarına bakın, mitolojik efsanlere bakın, her zaman aynı etmenleri görürsünüz. İnsan, kendi dünyasını keşfetme ve yenilikleri ortaya çıkarma uğraşısı içindedir. Sanat bundan doğmuştur. Tiyatro sahnesi aslında yaşamın özünü yansıtır. Bir anda bir Kızılderili, diğer yanda Roma’da Arena’da savaşan bir gladyatör ya da köleliğe isyan eden bir savaşçı olursunuz. İnsanların geçmişe duydukları merak ve istek aslında dünyaya bir meydan okumadır. Geçmişte yaşanan olaylar beni çok heyecanlandırıyor. Demokrasi, insan hakları, kadın hakları, grev ve düşünce özgürlüğü gibi kavramlar, sanayi toplumu ve modern toplumların bir ürünü aslında. Aydınlanma çağı sonrasının bize hediye ettiği kavramlar. Bu saydıklarım için insanoğlu çok mücadale etti. Mesala Fransa’da kadınlar oy hakkı için kendini yaktı. İşçiler, bugün elde etttikleri haklar için çok bedel ödedi. Hiç bir kazanım bedelsiz olmaz. Olursa zaten saman alevi gibi söner. Eğer bugün hafta sonu çalışmıyorsak, haftada 40 saat çalışıyorsak, izin hakkımız var ise, bunu bizden önce mücadele eden yürekli insanlara borçluyuz. Eğer bugün bir hukuk devletinden söz ediyorsak, bu bizden önceki kuşakların büyük bedeller ödeyerek elde ettikleri haklardır. Tarih, bize geçmişle aramızda bağ kurmamızı sağlarken , geleceğe de ayna tutuyor. İşte ben de bu sebepten dolayı söyleyecek bir şeylerim olduğunu düşünüyorum. Tarihin gizemli ve ilginç labirentlerinde seyircilerimle birlikte yolculuk etmek istiyorum. Ben de bu öyküleri geçmişin büyülü dünyasında, farklı coğrafyalarda, farklı kimliklere bürünerek oluşturdum. Bu deneyimimi insanlarla paylaşmak ve onlarla soluk alıp vermek istiyorum.

Ne tür öyküler bunlar?

Bu öyküler her şeyden önce Türklerle, Türk tarihi ile ilintili öyküler. Pek bilinmeyen, ama dünya tarihine şekil veren öyküler bunlar. İçlerinde hüzün, sevinç, özlem ve umut var. Dinlediğiniz zaman bu öykülerin ne kadar değerli olduğunu anlıyorsunuz. Örnek vermem gerekirse: 1683 yılında II. Viyana kuşatması sırasında esir düşen bir yeniçerinin Hannover prensliğinde valiliğe kadar yükseldiğini biliyor muydunuz? Ya da 1845 yılında İrlandalıları açlıktan Osmanlının kurtardığını kaç kişi biliyor? Ya da II. Dünya Savaşındaki ölüm kamplarında pek çok Yahudiyi Türklerin kurtardığını bilenimiz var mı? Öykülerim arasında ilginç biyografiler ve uygarlık tarihine ışık tutan buluşlar var. Aslında isimsiz kahramanların yürekli öyküleri bunlar. Seyircilerimle dünyanın çeşitli coğrafyalarında keyifli bir yolculuğa çıkmak için sabırsızlanıyorum.

Çok ilginç. Peki bu tadımlık tarihi öykülerle ne zaman buluşacağız?

İlk gösterim Rhein Neckar bölgesinin metropol kenti Mannheim’da. Mannheim Stadthaus’da 14 Şubat 2020 Cuma günü saat 17:30’da başlayacak. 14 Şubat biliyorsunuz Sevgililer Günü. O gün aşkı, aşk kentlerini ve sevgililer gününün tarihini anlatacağız ve elbette günümüz tüketim toplumu içindeki yerine de kısaca değineceğiz. Gösterim, sadece onunla sınırlı değil elbette. Gelen konuklarımızla ilginç tarihi öyküleri paylaşacağım, onlarla soluk alıp vereceğiz. İkinci gösterim ise Berlin’de olacak. 21 Şubat Cuma günü saat 19:00’da sanat ve tarihseverleri Berlin’de Tiyatrom’a bekliyorum. Bu arada bana çalışmalarımda maddi, manevi destek olan Güven Sağlık Grubu’na da teşekkür etmek istiyorum. 14 Şubat’ta Mannheim’da Stadthaus’da saat. 17.30’daki gösterime herkesi bekliyorum.

Biz de çalışmalarınızda başarılar diliyoruz.

Çok teşekkür ederim.

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*